|
 |
|
YARATAN KORUR DEĞERLİ OLANI |
|
|
|
|
|
 |
|
SEDAT UMRAN (HOCA) |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|

BİR DİNAMİT SESSİZLİĞİ İÇİMDE PATLATTIĞIM...
SEDAT UMRAN (HOCA)
(İstanbul 1926- )
İlkokul öğretmeni Mehmet Kazım Öcal’ın oğlu. Küçük yaşta öksüz kaldı ve dedesi tarafından yetiştirildi. Erenköy İlkokulu’nda ,Kadıköy 3.Erkek Ortaokulu’nda ve Haydarpaşa Lisesi’nde okudu .Bir süre İÜ. İktisat Fakültesi ne devam etti daha sonra edebiyat fakültesi Alman dili ve edebiyatı bölümünde yüksek tahsilini tamamladı.( 1948 ) çeşitli kamu ve özel sektörde çalıştıktan sonra emekliye ayrıldı.
1943 ten itibaren yedi gün dergisinde şiirleri yayımlanan UMRAN, daha sonra varlık, büyük doğu yelken,çağrı,hisar,Türk dili, yedi tepe, diriliş,soyut, güney,insancıl vb. gibi önemli dergilerde yazdı.
Ayrıca Almancadan tercümelerde yaptı.
Ahmet Haşim tesirinde başlayan şiirlerini giderek kendi mecrasına taşıdı, eşyanın metafiziğini araştıran şiirler yazdı. İnsan hayatında trajik olana eğilen, trajediyi gizemli bir boyutta ele alan ve eserleriyle modern Türk şiirinde kendine has bir yer edindi. Leke adlı kitabındaki tutumuyla eşyanın şairi olarak tanımlanmasına rağmen, bu tavır Umran’ın şiirlerinde ancak belli bir unsuru karşılamaktadır. Eşya dışında günlük hayat, aşk ve tabiat, insanın ruhunu gerilime doğru yürüyen açmazları onun asıl yoğunlaştığı sahalardır. Sese ve kelimeye büyük ağırlık verir. Kendini tamamıyla şiire adamış, adeta şiir için yaşayan bir şair olmuştur.
Doğa’da olan her şey Umran’ın şiirinde bir araya gelmiştir. Metafizik, din kaynaklı bir dünya görüşü yoktur Umran’ın. (…) Umran doğa’nın her gün yeniden doğuşu ve her yeni doğuşta insana yeni bir şeyler verişi karşısında görkemli bir coşku yaşar. ‘Çocuk ve Deniz’ adlı şiir buna verilecek tipik bir örnektir. "Çocuklar sırtlarında kurşun işlemez gömleği düşlerin" diyerek kendi evreninden çıkıp çocuğun evrenine giren Umran, ölüm ile ölümsüzlük arasında bir çıkış bularak bütün yaşananları bir coşkuya çevirir.
(…) En önemli şiirlerinin toplandığı “Leke”de Umran İkinci Yeni ile Yahya Kemal ve Ahmet Haşim arasında kendine bir çıkış aramaktadır. “Balya”, “Bunak”, “Lokanta” ve “Mahkeme” gibi şiirlerde Garip şiiri ile İkinci Yeni’nin tipik izleri vardır. Zaman zaman taşlamaya varan söylem, zaman zaman kendini nüktedanlığa vuran bir dil “Leke”de belirgindir. Diğer yandan Ahmet Haşim gibi eşyanın ruhuna nüfuz etme söz konusudur. Haşim çizgisi, imge aracılığıyla nesnenin kendisi olma hâli daha ağır basar. Şiir nesnenin içine girmek, orada kendini hissettirmek durumundadır. İç dünya, dış dünya ile ilişkilendirilerek verilmez, bunun yerine nesnenin insanda yarattığı etkiye ağırlık verilir. Şair duygularını, düşüncelerini bir araya getirerek gerçeğin kendisine değil, belirtilerine varmak ister.
“Gittin Taş Atarak Denizlerime” ve “Kara Işıldak”taki şiirlerde ise nesnenin yerine imge geçer. Kelimelerin bizde yarattığı imgeler ön plana alınır ve bu bakıştan hareketle her şeyi bir insana anlatma ihtiyacı doğar. Gül’e yazılan şiirlerde nesne gül içinde yerini arayıp durur, her şey gül’den –Gül’e uzanan bir hat üzerinde gelişir.”
Usta şair Sedat Umran için, sanatının 60. yılında bir vefa göstergesi olarak, yüreğe sindirilmemiş değerlendirmelere, samimi olmayan övgülere tevessül etmeden neler söylenebilir? Bu soruya kendimce bir cevap arama denemesinde bulunacağım.
Sedat Umran, fizikle matematik ilintisini/ilmini kurabilen, derin ve usta bir isim. Şiiri bir hobi olarak değil, yaşama düşünme ve mistik boyutta duyumsama tarzı olarak benimsemiş. Her ne kadar “Nesnelerin şairi’’ diye tanımlansa da, aslında o aşkın ve aşkın (öte) olanın şairi. Sevdalı ve lirik, ama arabesk değil.
Fizik âlemi, nesneleri, objeleri mercek altına alan, onlara herkesin baktığının dışından ve ötesinden bakan, adeta “Eşyanın dilini/Şifresini çözen”, “Nesnelere bir insan kimliği yükleyen, onlara şahsiyet ve haysiyet kazandıran”; bu yönüyle dünya edebiyatında eşi ve benzeri bulunmayan, farklı bir şiir dili/farklı bir şiir sembolü/farklı bir şiir iklimi olan kişi.
Hayatı şiir, şiiri hayat olan adam. 24 Saatini dolu dolu şiirle, aşkla sevdayla yaşayan mistik kâşif. Bu yönüyle, o bir simyacı. Kışı düşe, düşü kuşa çeviren; dünyevi ve ulvi aşkın, elbette ruh yüceliğinin ve aşk estetiğinin fethine çıkan seyyah. Senelerdir çiğneyip geçtiğimiz, şiire konu olabileceğini aklımızın ucundan geçirmediğimiz paspas bezine karşı acıma hissi duymayı, onun hüzün verici kaderiyle kederlenmeyi, Sedat Umran’dan öğrendik.
TOPAL
''Sen bizimle gelme geride kal''
gizli bakışlarınızdan sezdiğim anlam;
ben sizin kadar koşmaktan anlamam,
yürümenin sevincini adımlarınızdan duydum,
kişiliğimi kendimden çok size duyurdum,
adım topal...
Öyle çeşit yürüyüşler gördüm ki
kimse sevmedi onları benim kadar;
yürüyüş bahçeleri,
kimi geniş,kimi dar,
ortasında adımlarınızın duyurduğu musiki.
Denedim yıllar yılı sallanmadan gitmeyi,
ufaldı adımlarım,büyüdüm ben ayakta,
biriktirdim eksik kalan yürüyüşümden
atmağa kıyamadığım adımlarımı.
MONTAJ
O monte edemediğimiz şey
gençliğimizin dağılan parçaları,
sevinçlerin içiçe geçmeyen
aşınmış dişlileri,
başları kopmuş güven çivileri,
hurdalaşan duygular,
ıskartaya çıkmış umutlar;
kurumuş yapıştırıcıları anıların,
kendini bile tutmaktan yoksun tutkal.
KUBBELER VE AKSİ SADALARI
İrili ufaklı kubbeler
Aksi sadalara gebeler
Doğurdukları yalnız ses
Duysun isterler onları herkes
Duaların içe işleyen sesini
İnsanlar unutsalarda görmesini
Sağır kulaklarını açar yüce ALLAH
Akşam,öğle,ikindi,yatsı ve her sabah
Kurtuluş sadece dünyadan öte
Sıyrılıp bedenden tam hürriyete
Kavuşmanın sevincini tadanlar
Kubbelerin ne demek istediğini anlarlar! ...
BATAKLIK
İçi dışından daha karanlık,yıldızlardan yoksun,
uçurumlaşan susuşu sinsi bekleyişi bir tuzağın,
doymak bilmeyen oburluğu çıldırışı açlığın,
yabancı korkular birikmiş atmayan yüreğinde,
kokuşarak öyle karışmışkı yaşantısına,
yokluğun ve hiçliğin o büyük uzantısına,
çözülmez bir türlü içinin kör-düğümünden,
deniz dalgasıyla oynaşırken hafifler,
gök yıldız-dedikodusunda iç dökerken.
Kimse çözemez böyle kesin sessizliği ve derinliği.
Eğrelti otları, gecenin kanıyla besleyen bitkiler...
bataklık kocaman kulağını açmış göğü dinler,
mermerin aydınlık dünyasını bazen özliyerek
kara ürpertilerle dolup taştıkça hep iç çekecek;
keşke itebilseydi herşeyi kendine çekeceğine,
dönüşebilseydi uçurumun o apaçık tehlikesine.
Islak saçlarından tutup kaldırsak onu,
biraz daha yakından baksak anlamsız gözlerine,
acıların ve ölümün uğramadığı zamansız yüzüne,
ah bir öğrenebilsek kimseden soramadığımız gerçeği
soluksuz yaşamanın müthiş gizini, hiç tükenmemeyi.
KÖŞELER
Ünal Babacan'a
Bütün köşeler benden kopmuş,
onun için severim köşeleri;
ama yinede yuvarlak değilim
bende bütün köşelerin klişeleri.
Ben kazdım içimden bu kaşeleri
korkunuzdan,iç sıkıntınızdan;
ben dizdim gözlerinizi yüzünüzün rafına
içleri intihar dolu bu şişeleri.
SENDEKİ BEN
Sen yürüsen bende kalır adımların
Azıcık gülüşün bende çoğalır çoğalır
Ben sana gök oldum:Yıldırımların
Bende düşer, dehşeti bende kalır
Ben sesinin kovalayan yankısıyım
Nasıl uzak kalabilirsin benden
Aşk yaranın ayrılmaz yakısıyım
Farkım yok seni izleyen gölgenden
Sen istediğin kadar benden kaç
İçinde seni gözleyen bin BEN var
Birlikte oynarız her gün saklambaç
Ben yorulsam gölgem seni yakalar!...
LEKE
Takılıp kalmış bir noktada
Gölgesini içine düşürerek;
Leke sabrın gücüyle büyür
Tek başına
Uzanır güneşe dek,
Arınır kirinden;
Yürüyen ak lekeleri olur göğün,
Mavi gök-uykusunun düş lekeleri,
Leke aşmaz sınırını,
Kendini bilir,
Durur bütün oturmuşluğuyla;
Dağıtmaz, yaymaz gücünü
Siz dokunmayınca.
Leke lekelenmekten korkmaz,
Kurtulmuş geleceğin ürkütüsünden,
Alabildiğine özgür;
Sevincimin kumaşında parlayan
Üzüntü lekeleridir,
Silip de bir türlü çıkaramadığım
İçimin dökülen mürekkebidir
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
HAFTANIN EN İYİLERİ |
|
|
|
|
|
 |
|
GÜNÜN ŞİİRİ |
|
|
|
|
|
|
Son Kraliçe
10 Ekim 1928 İstanbul
10 Mayıs 2008 Milano
Sabah sudan çıkan turkuaz bir kedi gibi doğuyor.
Bugün suskun; içine kapanık boğaz.
Dalgalar uyukluyor uzaklarda,
Çok uzaklarda
Ezan ve çan sesi karışıyor birbirine.
İki ayrı dünya birleşiyor ortak bir nedene.
Onaltı mayıs ikibinsekiz
Köpük köpük yaklaşıyor Süreyya teknesi
Demirliyor Dolmabahçe açıklarına.
Derinlerden;
çok derinlerden bir arya yükseliyor
dünyanın dört bir yanına.
Duymak isteyen kulaklarda
görmek isteyen gözlerde sahne alıyor.
Opera...Opera...Opera...
Karanlıklara vuran ışık
gülümseyerek parlıyor aydınlık gökte.
Eşlik ediyor Yunus Emre oratoryosu
savrulan o ak küllere.
Biliyorum bundan böyle
deniz ve yosun kokuları,
martı çığlıkları
hep seni hatırlatacak
''La Diva Turca''
Umut Engin Deniz |
|
|
|
|
|
 |
|
HAFTANIN ŞİİRİ |
|
|
|
|
|
|
NEFES ALMAK
Nefes almak, içten içe, derin derin,
Taze, ılık, serin,
Duymak havayı bağrında.
Nefes almak, her sabah uyanık.
Ağaran güne penceren açık.
Bir ağaç gölgesinde, bir su kenarında.
Üstünde gökyüzü, ufuklara karşı.
Senin her yer: Caddeler, meydan, çarşı...
Kardeşim, nefes alıyorsun ya!
Koklar gibi maviliği, rüzgârı öper gibi,
Ananın südünü emer gibi,
Kana kana, doya doya...
Nefes almak, kolunda bir sevgili,
Kırlarda, bütün bir pazar tatili.
Bahar, yaz, kış.
Nefes almak, akşam, iş bitince,
Çoluk çocuğunla artık bütün gece,
Nefesin nefeslere karışmış.
Yatakta rahat, unutmuş, uykulu,
Yanında karına uzatıp bir kolu,
Nefes almak.
O dolup boşalan göğse...
Uyumak, sevmek nefes nefese,
Kalkıp adım atmak, tutup ıslık çalmak.
Sürahide, ışıl ışıl, içilecek su.
Deniz kokusu, toprak kokusu, çiçek kokusu.
Yüzüme vuran ışık, kulağıma gelen ses.
Ah, bütün sevdiklerim, her şey, herkes...
Anlıyorum, birbirinden mukaddes,
Alıp verdiğim her nefes.
Ziya Osman SABA
|
|
|
|
|
|
 |
|
DÜNYA EDEBİYATI |
|
|
|
|
|
|
Şair ŞİİR yazan kişi.
Şair kelimesi Arapçadan gelir ve doğaüstü güçlere sahip, meczup, kahin gibi anlamlar da yüklenmiştir.
Günümüzde sadece kitaplar ile değil internet ile de geçmişin usta şairleri ve günümüzün şairleri okuyucularına ulaşmaktadırlar.
Edebiyat akımlarından en sonuncusu serbest şiir akımı iyiden iyiye özgürlükçü şiir ve şair kavramına kavuşmuştur. Şair, gerek insana, gerek doğaya, gerek olgu ve olaylara daha farklı ve duyarlı, sezgisel ve derinlikli bir bir perspektiften bakan; bunu, bu ayrıcalıklı statüsünün bir sonucu olarak, en etkili ve dolaysız ifade biçimi olarak, ahenkli ve yüklü mısralarla dile getiren kişi diye nitelenmiştir.. |
|
|
|
|