
CELAL SILAY
1914 yilinda. Bursa’da dogdu. 1974’te Istanbul’da yasamini yitirdi. Lise ögrenimini Bursa’da tamamladi. Istanbul’a yerlesti. Çesitli gazetelerde sekreterlik, yazi isleri müdürlügü yapti. Yeni Insan dergisini çikardi. Necip Fazil-Daglarca çizgisinde özgün bir sair. Esyanin ilginç ayrintilarini gözlemleyisiyle maddeci diye nitelenebilecek siiri, genel havasiyla mistik, felsefi özellikler tasiyor. Çagdas siirimizin önemli, ilginç bir sairi. Celâl Sılay,1930'lardan 1970'lere uzanan yıllarda, aykırılıkları, sıra dışılıkları, hoyratlıkları, küskünlükleri ve aşklarıyla ilginç bir kişilik; yaşadığı çevre ve dönemin de tesiriyle bohemlikleri, endişeleri, arayışları, hüsranları ve buhranlarıyla 'aradığı yatağı bulamayan birsel'dir. döneminin 'Napolyon Celâl'i, 'Deli Celâlidir. Cemil Meriç, 'Celâl, Türkiye'nin Oscar Wilde'dıdır.' demektedir. Fakat, aykırılığı ve başkaldırısıyla bazı benzer yönleri olsa da, Sılay, Wilde'ın algılamalardaki hakim çizgilerinden uzak bir kişiliktir.60 yıllık Yaşamında Vatan. Tasvir-i Efkâr, Her Hafta. Her Gün ve Ticaret Postası gazetelerinde (1940-51) çalışmasının yanında Yeni Memleket (1952-55) gazetesinde yazı işleri müdürü olarak da görev yapar. Yeni Gazete ve Her Gün gazetelerinde (I 959-60) Ahmet Selâmi Sel takma adıyla köşe yazarlığı yapar. Ayrıca 4 sayı yayımlanabilen İşte (1944) ve 15 sayı çıkan Esi (1956-57) dergilerini yönetir. 30 sayılık Doğu ve Batı (1952-56). 105 sayılık Yeni İnsan (1963-71) dergilerini çıkarır ve Yeni İnsan Yayınları'nı kurar.Bitmedi. Çöl Yolcuları (1934), Dört Kapı (1934), Lacivert Işıklar (1934), Ebedi Renkler (1936), Mısralar (1937) -yeni basımı Hüsran Filizleri adıyla okurla buluşur- Merhamet Şiirleri (1943), Acaba (1945), Sonra (1946), Boşlukta Duran Taş (1947), Zaman ile Yarış (1956), Adamca (1959), Doğa (1965), Aşk Dialektiği (1967), Şimdi Geldin Şimdi Gittin (1968), Küpe Destanı (1968), İlişki Deyimleri (1969), Karşın (1971). Bu kitapların tamamını Doğan Hızlan - Levent Yılmaz 2000'de Hüsran Filizleri başlığıyla yayımlamışlardı. Aralık 2006'da yayımlanan genişletilmiş 2. basıma yeni bulunan, şairin yayına hazırladığı ve ortaya çıkarmaya fırsat bulamadığı 'Om' ve dergilerde kalan şiirlerinden oluşan 'Kalanlar' bölümü de eklenmiş. Bu özgün ve farklı şairin tüm şiir kitapları, böylece, eksiksiz bir biçimde ve Doğan Hızlan'ın irdeleyici, açımlayıcı, değerlendirici sunusuyla yeniden şiirseverlerin dikkatine sunuluyor. Doğan Hızlan, giderek bir efsaneye dönüşen Celal Sılay'ın dış görünüşünü ve kişiliğini şöyle ele alıyor: "Sılay efsanesini oluşturan temel birkaç öğe var. Bunların bir bölümü daha çok Sılay'ın kişiliğiyle ilgili: tek başına dergiler çıkarması, kitaplarını -çoğu kez dostlarından peşin peşin para toplayarak- kendi bastırması, 'Kel'liği, 'Napolyon'luğu ve elbette ki bitmez tükenmez aşkları gibi" Ayrıca günümüzde daha da çok önem kazanan "çevre" sorunlarına 1940'1ı yıllarda şiirleriyle eğilmesi de unutulacak gibi değil. Behçet Necatigil onun için şu yargıda bulunuyor: Son on yılında şiirini tek başına ayakta tutma çabası da bir karakter belirtisidir." Sevdiği kadının kendisine yüz vermemesinin yarattığı üzüntüyle bir gecede saçları tümüyle dökülen, yine aşık olduğu kadının peşinden Fransa'ya giden bu şairin sevimli portresi şiirlerine de yansıyor. Bu renkli şairin tüm şiirlerini 623 sayfalık Hüsran Filizleri'nde, 2. basımda, bir araya getiren Doğan Hızlan - Levent Yılmaz, bir efsaneyi biraz daha gerçeğe dönüştürüyorlar böylece. Dışa dönük gibi gözüken ama o ölçüde de sıkılgan ve kapalı bir kişiliğin kaleminden çıkan onca şiir, şiir tarihimize de ışık tutuyor. Değinmediği konu, ele almadığı felsefi yorum kalmamış onun. Felsefeyi şiirine yedirme çabasında pek başarılı olamasa da kısa dizelerle insana eğilmeyi ve kendini keşfetme çabasını sürdürmüş hep. "Onun için şiir uğra? değil, hayatın ta kendisi"dir diyor Doğan Hızlan. Onun şiirinde "Yalnızlık, şehvet, geçip giden hayatın dışında kalan birinin serzenişleri, sembolizmin daha çok Yaşamsal alana dönüşü ... " yer alırken, "her dinlediği, her Yaşadığı güzellik onun bir şiirine esin kaynağı" da olur. Celal Sılay, kendi ben'ini öne çıkararak kurar şiirlerini. Yer yer biçimsel denemelere de girer iç ve dış çelişkileri ortaya koyarken. Tek hecelerden, sözcüklerden yola Çıkar kekeme bir tavrı sergilemek için. Havada kalan bir şiirdir onunki, "Boşlukta duran". Şairi kadar yalnızdır ve de "yorgun"dur onun şiirleri. Özgür ve özgündür yine de. Yer yer Nazım'ın etkisi de sezilir ilk dönem şiirlerinde: Dize kırmalar ve söylemde Nazım'a yaklaşma çabası vardır onun.
Lacivert Işıklar kitabına adını veren şiirin ilk dörtlüğündeki duyarlığı tüm şiir Yaşamına yaymış bir şair Celal Sılay:
"Lacivert bir denize benzer gözleri vardı;
Bakışlan sessiz bir gece kadar alıcı,
Ruhunun süzgecinden ruhumu anlayıcı,
Engin... sonsuz bir mana bende beni arardı."
İçim ve Dışım başlıklı şiirinde de kendi dünyasına götürüyor bizi:
"Beni düşüncelerim içinde bırakınız!
Kendi kahırlarımla çırpınayım yalnız,
Hür rüzgarlar! Siz beni aranıza alınız.
Ben, ki içten ve dıştan kavrulmuşum, yanmışım."
Beş deneme kitabının yanında bir de öykü kitabı bulunan Celal Sılay, şiirleriyle bir kez daha aramızda. Yolculuklarda, a?k1arıyla çöllerde, ıslık çalarak ... ömrünü şiire adaya adaya çevreyi, renkleri. dünyayı, içindeki ve dışındaki her şeyi şiirine akıtan bu şairle birlikte şiirimizin geldiği yeri de görme olanağı buluyoruz, Hüsran Filizleri'yle.
Küçük bir kız gördümdü çok eskiden
Bir de incir dikdiydim hasta iken,
Üç yapraklı mı, dört yapraklı mı ne.
Küçük kız da büyüdü o incir de,
Ama yüreğimin erinci nerde?
Romeo yu onca kaygılandıran
O kuş seslerini düşünürüm de
Tarla kuşu muydu, bülbül mü diye,
Tarla kuşunu da dinledim, bülbülü de,
Ama yüreğimin erinci nerde?
Geç kaldığımda oldu belki
Periler yeryüzüne indirmiş geceyi,
Çerağlar içinde yanmış gökkubbe.
Gökkubbeyi de bilirim perileri de,
Ama yüreğimin erince nerde?
İşitmek istediğini bir sağırın
Sezdi havamızdan geçen şarkı
Duyuramadı sesini, bu sağıra
Yürümek hasretini bir kötürümün
Hissetti koltuk değnekleri,
Kaldıramadı yatağından hastasını
Körün görmek arzusunu duydu
Bahçenin kenarında bir çiçek
Gösteremedi yapraklarının rengini
Ve duydu bir açın yemek ihtiyacını
Buğday tarlasındaki başak
Utandı büyümesindeki şehvetten
HİÇ YOLUNUZ ORMANA DÜŞTÜMÜ?
hiç yolunuz ormana düştü mü
büyük bir ağaçla döğüştü mü
dedelerinin dedeleriyle gelmiş utanmadan
elinde balta sırtında nacak
dedelerinin dedeleriyle gelmiş arlanmadan
dedelerinin dedeleriyle gelmiş sıkılmadan
dengisiz bir boy ölçüşmeydi bu
Gece ormanda bir şey değişmez
Ancak gözün keyfi değişir
Mavi bir elbiseyle gelmiştin, gökyüzü maviydi..
Getirdiğin rüzgarla ev kokuyordun..
Kolun koluma değiyordu, omzun omzuma..
Mendilin maviydi, gökyüzü maviydi..
Bin dokuz yüz kırk iki baharıydı
Bahçeli pencereler önünde geziyorduk,
Gözlerimiz buluşuyordu, ürperiyordum
Gökyüzü maviydi, mendilin maviydi
Sıcak nefesin yüzüme değiyordu
"Evlenebilir miyiz" diye sormuştum,
Yürüyüşün değişmiş, yüzün penbeleşmişti;
Mavi elbiseler içindeydin, gökyüzü maviydi.
Elini elime verdin, ayrılıyorduk,
Gözlerin gözlerimde, dudakların ıslak,
"Sık sık konuşalım" demiştin; gittin..
Mendilin maviydi, gökyüzü maviydi..
Uyanır seccadeler üstünde din,
Aklın endişeleri yayılır şehre,
İnsan kastle, güneş vakitle temas eder
Taşa, toprağa..herşeye!..
Serinlik bir ihtiyardır ki şehrin üstünde
Kurtarır gecenin karanlığından
İnsanı, hayata davet eder.
Şarkın çekilen perdeleri içinden
Uzanır devamın eli zamana,
Korkusu, düşüncesi, endişesi..insanın
Açılan kapılardan fırlar dışarı
Günlük meselesi insanlığın;
Çırpınan bir endişe halinde çarpar
Düşen başların içinde yarın!..
Bu gürül gürül otların başında
Ağacın gölgesine deydi değecek
Tam şeftalinin kokusu başlarken
Öpüşmeye kıl kadar bitişik
Akarsuyun burnunun dibinde
Bu zulüm, bu haksızlık, bu işkence
Haziran üstümüzde dal dal
moda çevremizde renk renk
İstanbul bin dokuz yüz elli beşinde
çimenler altımızda sık sık
bulutlar üstümüzde seyrek
eteklerin moda yelkenlerinde
haziran üstümüzde dal dal
bir kuş bir kanat tenimizde
bir rüzgar bir serinlik içimizde
bir gök bir deniz mavi mavi
İstanbul bin dokuz yüz elli beşinde
Lacivert bir denize benzer gözleri vardı;
Bakışları sessiz bir gece kadar alıcı,
Ruhunun süzgecinden ruhumu anlayıcı,
Engin... sonsuz bir mana bende beni arası
Lacivert gözler derin, hassas bir keman sesi,
Lacivert gözleri benim içimde bir lisandır.
Denizler kadar sonsuz genişliğin akisi,
“Lacivert gözlü Allah” çürüyen bir insandır.
Bir ben beni bilirim, bir de beni yaratan,
Bir ben bana lazımım bir de benimle yatan,
Varlığımı ortaya varlık olarak atan,
Bir tesadüf tanırım bir de ne olduğumu.
Bu denizler, bu gökler ve bütün bir kainat,
Bu şarkılar, bu hisler ve bu kısacık hayat,
Şuurumda renklerin sırıtışıdır heyhat!
Ben bir neş’e tanırım, bir de onun yolunu
Yıldızlar görse bendeki güzelliğini
birer birer düşerler içimdeki denize
aydınlanırım o kadar aydınlanırım ki
Bahar anlarsa duyduğum üzüntüyü
bütün dallarını uzatır kalbime doğru
çiçeklenirim o kadar çiçeklenirim ki
Din duyarsa ettiğim ibadetleri
bütün mihraplarıyla çevrilir bana
büyürüm o kadar büyürüm ki
İçimde bir kere görsen güzelliğini
garkolursun nurdan bir aleme
bulmak için kendini bulmak için