|
 |
|
YARATAN KORUR DEĞERLİ OLANI |
|
|
|
|
|
 |
|
*ATTİLLA JOZSEF |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|

ATTİLA JOZSEF
Çağdaş Macar şiirinin öncülüğünü yapan Attila Jòzsef , 11 Nisan 1905'te Budapeşte'de doğdu, 3 Aralık 1937'de Balatonszárszó'da öldü. Babası çok küçükken ABD'ye göç edince, annesi evin geçimini sağlamak için çamaşırcılık, bulaşıkçılık yapmak zorunda kaldı. 1918'den başlayarak evin geçimi için Jòzsef bir yandan Okudu, bir yandan çalıştı. 1992'de ilk şiir kitabı Szépség koldusa (Güzellik Dilencisi) çıktı. 1924'te Szeged Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne girdi; şiirleri siyasal açıdan sakıncalı görülerek okuldan uzaklaştırınca Viyana Üniversitesi'nde ve Paris'te Sorbonne Üniversitesi'nde öğrenimini sürdürdü. 1930'da Macar Komünist Partisi'ne katıldı. Ancak gerek geçirdiği ruhsal bunalımlar gerekse görüş ayrılıkları nedeniyle partiden çıkartıldı. 1937'de Thomas Mann'la dostluk kurdu, aynı yıl geçirdiği ruhsal bunalım sonucu kendini trenin altına atarak canına kıydı. Attila Jòzsef dışavurumcu ve gerçeküstücü öğelerle birlikte melankolik gerçekçi bir tarzda yazmıştır.
TERTEMİZ YÜREK
Ne yurdum var, ne tanrım.
Ne beşiğim var, ne kefenim.
Ne sevgilim, ne aşkım, ne evim barkım.
komadım ağzıma bir lokma.
Veririm ömrümün yirmi yılını,
gücümü kuvvetimi, varımı yoğumu.
Kim alacak onları? Hiç kimse.
Şeytan isteyecek onları benden.
Bu tertemiz yüreği, bu iyi kalbi
Ne diye çalıp öldürmemeli?
Alacaklar gelip bir gün beni,
koyacaklar kutsal, karanlık toprağa.
Gelecek bir ot uzanacak alacak
şu güzelim yüreğimden gücümü.
Şimdi iki milyarlar zincirlemek için beni
Benden bir çoban köpeği yapmak niçin kendilerine
Fakat iyilik, şefkat ve nicelik duyguları
Göç ettiler onların dünyasından Güney'e.
Artık ışık içinde göremiyorum bu dünyayı
Göremiyorum , deney tüpüne bakan bir doktor rahatlığıyla
Diz çöküyorum, haykırıyorum yenilgimi
Sevgilim, bir an önce gelmezsen yardımıma
Köylü nasıl toprağa muhtaçsa
Yağmura, güneşe nasıl muhtaçsa, muhtacım sana
Bitki nasıl ışığa muhtaçsa
Ve klorofile, fışkırmak için topraktan,
Muhtacım sana, çalışan kalabalık
Nasıl işe, ekmeğe, özgürlüğe muhtaçsa
Ve nasıl avuntuya muhtaçlarsa kuşatıldıklarında
Çünkü gelecek doğmadı daha acılarından.
Bir köye nasıl okul, elektrik
Su, taştan evler gerekliyse
Çocuk nasıl gereksenirse oyuncaklara
Ve gözüpekliğin anlamı neyse
Ve bulanık çocuklarına bu toplumun
Bir hayat çizgisi nasıl gerekliyse
Ve nasıl gerekliyse hepimize
Akıl, uyanıklık, yol gösteren bir ışık
Flora! Yüreğimde yerin işte öyle.
Bütün bir hafta, aralıksız
Annemin görüntüsü geçti gözlerimden
Kolunda ağır çamaşır sepeti
Ve ben yaramaz, delişmen çocuk
Bağırır, tepinirdim yerimde
O, söylenmeden, bana bakmadan
Çıkar, sererdi çamaşırları
Göz kamaştıran aklıkta çamaşırlar
Sallanır, döner, hışırdarlardı.
Ağlamak için çok geç şimdi;
Annemi uçuşan kır saçlarıyla
Görüyorum gökyüzü sonsuzluğunda
Göğün suyuna katarken çivitini.
Haykıran ben değilim, yer gümbürdüyor,
Dikkat et, dikkat, çünkü çıldırdı şeytan,
Uzan kaynakların duru dibine,
Gizlen elmasların ışıltısı ardına,
Taşlar altında böcekler arasına,
Gizle kendini sıcak ekmek içinde,
Yeni sağanaklarla süzül toprağa -
Boşuna yıkanıyorsun kendi içinde,
Yalnız başka suda yıkayabilirsin yüzünü,
Bir çim yapracığında minik bir uç ol
Daha büyük olacaksın bu dünya ekseninden.
Hey, makineler, kuşlar, yapraklar, yıldızlar!
Kısır anamız çocuk için yakarıyor.
Dostum, değerli, sevgili dostum,
İster korkunç, ister olağanüstü,
Haykıran ben değilim, yer gümbürdüyor.
İyi nedir kötü nedir düşünmüyorum
Çalışırım, acı çekerim: yaşamım bu.
Takma pervaneli kayıklar, çanak çömlek yaparım,
Kötü zamanlarda kötü, iyi zamanlarda iyi.
İşlerim sayısızdır! Yalnız sevgim,
Sezmekle bunları, boyuna bir yere biriktirir.
Sevgim kuşkusuz inansa da onlara
Susar daha yeminden, inanıştan önce.
Bir ağaç yapın beni, kargalar sanırım ki
Yakında başka ağaç yoksa tüneyecek dalıma.
Bir tarla yapın beni, yaşlı çiftçilerin çapası
Göreceksiniz büyüttüğüm yaban otlarını sökmeye çalışacak.
Patatesleri terinizle sulamalıydınız ki
Nankör toprağımla nasıl büyüdüklerini göresiniz.
Suyum ben. Biçimlenmeye başlayan bir bataklık.
Ateş? Külüm ben. Ama bir tanrı olsaydım eğer,
Tanrıların bulunması gerektiğini bildikleri yerde,
İnsanlar tüm duyarlıklarıyle seveceklerdi beni.
BİR İSPANYOL ÇİFTÇİSİNİN MEZAR TAŞI
İlençli bir asker olayım diye askere aldı beni Franco,
Kaçmadım, korkuyordum çünkü, adamı kurşuna dizerlerdi.
Korkuyordum - özgürlüğü, hakka karşı geldim bu yüzden
İrun varoşları altında. Ama ölüm yine yakamı bırakmadı işte.
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
HAFTANIN EN İYİLERİ |
|
|
|
|
|
 |
|
GÜNÜN ŞİİRİ |
|
|
|
|
|
|
Son Kraliçe
10 Ekim 1928 İstanbul
10 Mayıs 2008 Milano
Sabah sudan çıkan turkuaz bir kedi gibi doğuyor.
Bugün suskun; içine kapanık boğaz.
Dalgalar uyukluyor uzaklarda,
Çok uzaklarda
Ezan ve çan sesi karışıyor birbirine.
İki ayrı dünya birleşiyor ortak bir nedene.
Onaltı mayıs ikibinsekiz
Köpük köpük yaklaşıyor Süreyya teknesi
Demirliyor Dolmabahçe açıklarına.
Derinlerden;
çok derinlerden bir arya yükseliyor
dünyanın dört bir yanına.
Duymak isteyen kulaklarda
görmek isteyen gözlerde sahne alıyor.
Opera...Opera...Opera...
Karanlıklara vuran ışık
gülümseyerek parlıyor aydınlık gökte.
Eşlik ediyor Yunus Emre oratoryosu
savrulan o ak küllere.
Biliyorum bundan böyle
deniz ve yosun kokuları,
martı çığlıkları
hep seni hatırlatacak
''La Diva Turca''
Umut Engin Deniz |
|
|
|
|
|
 |
|
HAFTANIN ŞİİRİ |
|
|
|
|
|
|
NEFES ALMAK
Nefes almak, içten içe, derin derin,
Taze, ılık, serin,
Duymak havayı bağrında.
Nefes almak, her sabah uyanık.
Ağaran güne penceren açık.
Bir ağaç gölgesinde, bir su kenarında.
Üstünde gökyüzü, ufuklara karşı.
Senin her yer: Caddeler, meydan, çarşı...
Kardeşim, nefes alıyorsun ya!
Koklar gibi maviliği, rüzgârı öper gibi,
Ananın südünü emer gibi,
Kana kana, doya doya...
Nefes almak, kolunda bir sevgili,
Kırlarda, bütün bir pazar tatili.
Bahar, yaz, kış.
Nefes almak, akşam, iş bitince,
Çoluk çocuğunla artık bütün gece,
Nefesin nefeslere karışmış.
Yatakta rahat, unutmuş, uykulu,
Yanında karına uzatıp bir kolu,
Nefes almak.
O dolup boşalan göğse...
Uyumak, sevmek nefes nefese,
Kalkıp adım atmak, tutup ıslık çalmak.
Sürahide, ışıl ışıl, içilecek su.
Deniz kokusu, toprak kokusu, çiçek kokusu.
Yüzüme vuran ışık, kulağıma gelen ses.
Ah, bütün sevdiklerim, her şey, herkes...
Anlıyorum, birbirinden mukaddes,
Alıp verdiğim her nefes.
Ziya Osman SABA
|
|
|
|
|
|
 |
|
DÜNYA EDEBİYATI |
|
|
|
|
|
|
Şair ŞİİR yazan kişi.
Şair kelimesi Arapçadan gelir ve doğaüstü güçlere sahip, meczup, kahin gibi anlamlar da yüklenmiştir.
Günümüzde sadece kitaplar ile değil internet ile de geçmişin usta şairleri ve günümüzün şairleri okuyucularına ulaşmaktadırlar.
Edebiyat akımlarından en sonuncusu serbest şiir akımı iyiden iyiye özgürlükçü şiir ve şair kavramına kavuşmuştur. Şair, gerek insana, gerek doğaya, gerek olgu ve olaylara daha farklı ve duyarlı, sezgisel ve derinlikli bir bir perspektiften bakan; bunu, bu ayrıcalıklı statüsünün bir sonucu olarak, en etkili ve dolaysız ifade biçimi olarak, ahenkli ve yüklü mısralarla dile getiren kişi diye nitelenmiştir.. |
|
|
|
|