|
 |
|
YARATAN KORUR DEĞERLİ OLANI |
|
|
|
|
|
 |
|
CZESLAW MILOSZ |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|

CSEZLAW MILOSZ
1980 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Polonyalı şair Czeslaw Milosz 14 Ağustos 2004'te 93 yaşında öldü. Milosz, 1911'de Litvanya'da dünyaya geldi. Babası Alexander Milosz bir inşaat mühendisiydi. Lise ve üniversiteyi, o zamanlar Polonya'ya ait olan Wilno'da okudu. İlk şiirleri, bir üniversite dergisi olan Alma Mater Vilnenis'de yayımlandı. "Zagary" adlı avangard bir edebi grubun kurucularından biri olarak, edebiyat dünyasındaki çıkışını 1930'larda yaptı. Bu yıllarda iki şiir kitabı yayımladı ve Polonya Radyosu'nda çalıştı. 1934'te üniversiteden hukuk derecesini aldı ve bir bursla Paris'e gitti. Savaş yıllarının büyük bir kısmını Nazi işgali altındaki Varşova'da yeraltı basını için çalışarak geçirdi. İkinci Dünya Savaşı sırasında direniş hareketinin içinde yer aldı; Nazi soykırımına şahsen tanık oldu. 1945'te diplomat oldu ve Amerika'ya gitti. 1950'de Paris'e tayin edildi, 1951'de hükümetle yollarını ayırdı ve Fransa'dan siyasal sığınma hakkı talep etti. Fransa'da yaşadığı dönemde çok sayıda düzyazı yazdı. 1953'te Avrupa Edebiyat Ödülü'nü (Prix Littéraire Européen) aldı.
1960'da California Üniversitesi'nden aldığı bir davet üzerine Berkeley'e yerleşti ve 1961'den itibaren burada Slav dilleri ve edebiyatları profesörü olarak çalışmaya başladı. 1970 yılında Amerika vatandaşı oldu. Yeni ülkesi hakkındaki ironik fikirleri şöyleydi: "Bu ne ihtişam! Bu ne yoksulluk! Bu ne insanlık! Bu ne insafsızlık! Bu ne karşılıklı iyi niyet! Bu ne birbirine değmezlik! Bu ne ideallere bağlılık! Bu ne ikiyüzlülük! Bu ne vicdan zaferi! Bu ne sapkınlık!".
’ŞİİR NEYE YARAR’’"Şairin sürgünü görece yakın döneme ait bir keşfin işlevidir: Gücü kim kullanırsa dili de o kontrol eder ve bunu yalnızca sansür uygulayarak yapmaz, kelimelerin anlamlarını da değiştirir''
Bir insanın ölümü, güçlü bir ulusun düşmesi gibidir:
Geçmişte kalmıştır yiğit orduları, kaptanları, yalvaçları,
Görkemli limanları, denizlerde egemen gemileri,
Ama artık o ulus, kuşatılmış kentleri kurtaramaz,
Antlaşma yapamaz başka uluslarla;
Kentleri boşalmıştır, halkı darmadağın,
Devedikeni kaplamıştır eskiden ekin dolu topraklarını,
Ülküsü unutulmuş, dili yitip gitmiştir:
Bir köy ağzı kalmıştır ta yükseklerde, dağ başlarında.
Bu yalınkat sözlerimi anlamaya çalış
Çünkü bir başkası utandırır beni.
İnan bana, söz sihirbazlığı yok bende.
Beni güçlendiren, ölüm demekti senin için
Bir çağa veda ile bir yeni çağın başlangıcını karıştırdın,
Ve nefretin ilhamı ile şiirsel güzelliği,
Kaba kuvvetle narin düzeni.
İşte sığ Polonya ırmaklarının vadisi. Apak sisin içine
Atılmış upuzun bir köprü. İşte yıkık bir kent.
Rüzgâr senin mezarına martı çığlıkları serpiyor
Şiir nedir ki kurtarmazsa
Resmi yalanların suç ortağıdır,
Az sonra gırtlakları kesilecek ayyaşların şarkısı,
Liseli kızlara eğlencelik
Güçlü şiire özlem duydum ya ne olduğunu bilmeden,
Yararlı amacını geç öğrendim ya.
Kurtuluşumu işte bunda buldum, yalnız bunda.
Darı ve haşhaş tohumları dökerlerdi mezarların üstüne
Kuş biçiminde gelen ölüleri beslemek için.
Bu kitabı buraya ben senin için koydum.
Bir daha bizi ziyaret etme diye.
Bereketli hasatların olduğu yıllara rastladı yaşlılığı.
Ne depremler vardı, ne kuraklık, ne de sel baskınları.
Sanki bir düzene girmişti mevsimlerin değişmesi,
Yıldızlar daha parlak, güneş daha güçlüydü.
En uzak illerde bile savaşlar sürmüyordu artık.
Birbirleriyle dost geçinen kuşaklar yetişmişti.
Alay konusu olmaktan çıkmıştı insanın akılcı yanı.
Acı geliyordu ona böyle yenilenmiş bir dünyaya veda etmek.
Utanç ve kıskançlık duyuyordu kuşkusundan,
Yaralı belleği de kendisiyle yok olacak diye mutluydu.
Ölümünden iki gün sonra bir kasırga kavurdu kıyıları.
Yüz yıldır sönmüş duran yanardağlardan dumanlar tüttü.
Lavlar yayıldı ormanlara, bağlara, kasabalara.
Ve savaş başladı adalardaki bir çatışmayla.
DEMİRCİ DÜKKANI
pedalın el için mi, yoksa ayak için mi olduğunu
Ama iple işleyen körüğü pek sevmiştim
Üfleyip ateşi parlatan!
Ve ateşte bir parça demir, bir maşayla tutturulmuş,
Örs için yumuşamış, kırmızı,
Çekiçle dövülmüş, at nalı biçimi verilmiş,
Bir su kovasına atılmış, cızz edip islim veren.
Ve nallanmak için bağlandı atlar,
Yelelerini savurarak ve nehrin kıyısındaki otlakta
Tamir edilmeyi bekleyen saban demirleri, kızak
ayakları, tırmıklar
Girişte, toz zemin üstünde çıplak ayaklarım
Burada sıcak bacalar, ardımda beyaz bulutlar.
Dikkatle bakıyorum. Bunun için seçilmişim galiba:
Yüceltmek için şeyleri, neyseler o oldukları için.
Czeslaw Milosz
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
HAFTANIN EN İYİLERİ |
|
|
|
|
|
 |
|
GÜNÜN ŞİİRİ |
|
|
|
|
|
|
Son Kraliçe
10 Ekim 1928 İstanbul
10 Mayıs 2008 Milano
Sabah sudan çıkan turkuaz bir kedi gibi doğuyor.
Bugün suskun; içine kapanık boğaz.
Dalgalar uyukluyor uzaklarda,
Çok uzaklarda
Ezan ve çan sesi karışıyor birbirine.
İki ayrı dünya birleşiyor ortak bir nedene.
Onaltı mayıs ikibinsekiz
Köpük köpük yaklaşıyor Süreyya teknesi
Demirliyor Dolmabahçe açıklarına.
Derinlerden;
çok derinlerden bir arya yükseliyor
dünyanın dört bir yanına.
Duymak isteyen kulaklarda
görmek isteyen gözlerde sahne alıyor.
Opera...Opera...Opera...
Karanlıklara vuran ışık
gülümseyerek parlıyor aydınlık gökte.
Eşlik ediyor Yunus Emre oratoryosu
savrulan o ak küllere.
Biliyorum bundan böyle
deniz ve yosun kokuları,
martı çığlıkları
hep seni hatırlatacak
''La Diva Turca''
Umut Engin Deniz |
|
|
|
|
|
 |
|
HAFTANIN ŞİİRİ |
|
|
|
|
|
|
NEFES ALMAK
Nefes almak, içten içe, derin derin,
Taze, ılık, serin,
Duymak havayı bağrında.
Nefes almak, her sabah uyanık.
Ağaran güne penceren açık.
Bir ağaç gölgesinde, bir su kenarında.
Üstünde gökyüzü, ufuklara karşı.
Senin her yer: Caddeler, meydan, çarşı...
Kardeşim, nefes alıyorsun ya!
Koklar gibi maviliği, rüzgârı öper gibi,
Ananın südünü emer gibi,
Kana kana, doya doya...
Nefes almak, kolunda bir sevgili,
Kırlarda, bütün bir pazar tatili.
Bahar, yaz, kış.
Nefes almak, akşam, iş bitince,
Çoluk çocuğunla artık bütün gece,
Nefesin nefeslere karışmış.
Yatakta rahat, unutmuş, uykulu,
Yanında karına uzatıp bir kolu,
Nefes almak.
O dolup boşalan göğse...
Uyumak, sevmek nefes nefese,
Kalkıp adım atmak, tutup ıslık çalmak.
Sürahide, ışıl ışıl, içilecek su.
Deniz kokusu, toprak kokusu, çiçek kokusu.
Yüzüme vuran ışık, kulağıma gelen ses.
Ah, bütün sevdiklerim, her şey, herkes...
Anlıyorum, birbirinden mukaddes,
Alıp verdiğim her nefes.
Ziya Osman SABA
|
|
|
|
|
|
 |
|
DÜNYA EDEBİYATI |
|
|
|
|
|
|
Şair ŞİİR yazan kişi.
Şair kelimesi Arapçadan gelir ve doğaüstü güçlere sahip, meczup, kahin gibi anlamlar da yüklenmiştir.
Günümüzde sadece kitaplar ile değil internet ile de geçmişin usta şairleri ve günümüzün şairleri okuyucularına ulaşmaktadırlar.
Edebiyat akımlarından en sonuncusu serbest şiir akımı iyiden iyiye özgürlükçü şiir ve şair kavramına kavuşmuştur. Şair, gerek insana, gerek doğaya, gerek olgu ve olaylara daha farklı ve duyarlı, sezgisel ve derinlikli bir bir perspektiften bakan; bunu, bu ayrıcalıklı statüsünün bir sonucu olarak, en etkili ve dolaysız ifade biçimi olarak, ahenkli ve yüklü mısralarla dile getiren kişi diye nitelenmiştir.. |
|
|
|
|